Savunduğumuz Miras Mehring Yayıncılık’tan çıktı

Yayınevinin notu

Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin (WSWS) Uluslararası Yayın Kurulu Başkanı ve Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (ABD) Ulusal Başkanı David North’un ilk kez 1988’de yayınlanmış olan bu kitabı, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) Troçkizm uğruna verdiği uzun mücadelenin en önemli bölümlerinden birini belgelemektedir.

Bu kitap, DEUK’un o zamanlar Britanya şubesi olan İşçilerin Devrimci Partisi’nin (WRP – Workers’ Revolutionary Party) önderlerinden Michael Banda’nın, Şubat 1986’da yayınlanan “Neden Uluslararası Komite’nin Bir An önce Gömülmesi ve Dördüncü Enternasyonal’in İnşası Gerekiyor: 27 Gerekçe” başlıklı yazısına yanıt olarak kaleme alınmıştı.

Dördüncü Enternasyonal’in Troçki’nin ölümünden 1988’e kadarki tarihine ışık tutan bu kitap, WRP’nin Ekim 1985’teki bölünme ile sonuçlanan yozlaşma sürecinin Marksist bir çözümlemesini yaparken, aynı zamanda günümüze de damgasını vuran temel sorunlara (savaş, devrim, ulusal kurtuluş hareketleri, sendikalar vb.) ilişkin Troçkist yaklaşımı özetlemektedir.

DEUK’un Pablocu revizyonizme karşı Marksizmi savunma uğruna verdiği mücadele, bu revizyonist akımın on yıllardır Troçkizm ile özdeşleştirildiği Türkiye’de, devrim ve sosyalizm mücadelesi veren işçiler ile gençler için son derece önemli dersler içermektedir.

Gelişmiş kapitalist ülkelerdeki Troçkistleri Stalinist Komünist partilere girmeye yönlendiren Pablocular, yarı sömürge ülkelerdeki burjuva ulusalcı hareketlerin başlıca destekleyicisi oldular; işçi sınıfını, Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki gerillacı önderliklere yedeklemeye çalıştılar. 1953’te ABD’li Troçkist James Cannon’ın Açık Mektup’u yayınlamasının ardından DEUK’un kurulması, bu tasfiyeci eğilime verilmiş, tarihsel öneme sahip bir yanıtı ifade ediyordu. Dördüncü Enternasyonal’in temel perspektiflerini ve varlığını Pablocu revizyonizme karşı savunmak için kurulmuş olan DEUK’un bu mücadeledeki haklılığı, sonraki yıllar içinde çarpıcı biçimde doğrulanmıştır.

Türkiye’de ilk Pablocu gruplar, uluslararası bir akım olarak Pabloculuğun Dördüncü Enternasyonal içindeki evrimini tamamlayıp Troçkizm ile olan bütün ideolojik ve siyasi bağlarını kopartmasından yıllar sonra, 1970’lerin sonlarında ortaya çıktı. Türkiyeli Pablocular, 12 Eylül askeri darbesi eliyle bütünüyle dağıtılmadan önceki kısa siyasi varlıklarını, başta dönemin en büyük Castrocu örgütü Dev-Yol olmak üzere, çeşitli Stalinist ve gerillacı önderliklere “akıl hocalığı” yapmaya adamışlardı.

Pabloculuk, işçi hareketinin yeniden toparlanmaya başladığı; 12 Eylül askeri diktatörlüğü eliyle ezilmiş olan Stalinist ve gerillacı örgütlerin binlerce sempatizanının önceki on yıllara damgasını vuran Stalinist perspektifleri sorgulamaya başladığı; en önemlisi, bizzat Stalinizmin küresel ölçekte ölümcül bir krize saplandığı 1980’lerin sonlarında yeniden siyaset sahnesine çıktılar.

Pablocuların bu dönemdeki rolü, on yıl kadar öncesinden farklı değildi: Marksist devrimci, Troçkist bir siyasi önderliğin inşasını engellemek; Stalinizmden ve gerillacılıktan derin hayal kırıklığına uğramış olan işçiler ile gençler arasında, bu komünizm düşmanı akımlara ilişkin devrimci hayaller yaymak ve işçi hareketini sendikal ya da küçük burjuva ulusalcı önderliklere yedeklemek.

Onlar, 1989 yılında yayınlanmaya başlayan Patronsuz-Generalsiz-Bürokratsız Sosyalizm (PGBS) ve Sınıf Bilinci dergilerini bu hedef doğrultusunda dönüştürdüler ve etkili bir biçimde kullandılar. Bu dergiler, yüzünü öğretiye bağlı Troçkizme dönmüş kadroların ilkesiz bir Mandelci-Morenocu-Lambertist ittifak eliyle kısa süre içinde tasfiye edildiği bir süreçte, sendika bürokrasisine, Stalinizme ve Kürt milliyetçisi gerilla hareketine “devrimci” maske takmaya çalışan oportünist yayın organları haline geldiler.

Pablocular, Zonguldak madencilerinin Aralık 1990-Ocak 1991’deki mücadeleleri sırasında, Türkiye’deki sendika bürokrasisinin en gerici, mafya tipi bürokratlarından Şemsi Denizer’e devrimci bir işçi partisini kurma çağrısı yaparken, Sınıf Bilinci dergisini Stalinist ve Maocu gerillacı akımlara devrimci nitelikler atfetmeye ayırdılar. Bu, onların, Stalinist bürokrasinin işçi sınıfına tarihsel ihanetini SSCB’yi yıkarak ve bu geniş toprakları kapitalist sömürüye açarak taçlandırmasına verdikleri yanıttı.

Kısa süre içinde çok sayıda gruba bölünen Pablocuların sonraki evrimi daha da çarpıcıydı. Onlar, yörüngesinde dolandıkları sendika bürokrasileri ile burjuva milliyetçi Kürt hareketi ile birlikte sağa doğru koşar adım ilerlemeyi sürdürdüler. Önce eski Stalinistler ve gerillacılar ile birlikte Özgürlük ve Dayanışma Partisi’ni (ÖDP) kuran Pablocular, bu partiden ayrılmak zorunda kaldıklarında milliyetçi Kürt burjuvazisinin; onun NATO ve Avrupa Birliği (AB) ile sıkı ilişkiler kurmasının ardından da emperyalizmin sahte solcu savunucuları haline geldiler.

“Ulusların kendi kaderini tayin hakkı” ya da “demokrasi ve insan hakları” maskesi altında emperyalistlerin rejim değişikliği operasyonlarını destekleyen Pablocuların işçi sınıfı ve sosyalizm düşmanı niteliği, en çarpıcı biçimde, onların Suriye’deki savaşta ABD emperyalizmine verdikleri destekte açığa çıktı.

Pablocuların emperyalizmin “solcu” savunucusu rolü, onların ABD ve Almanya destekli 15 Temmuz 2016 darbe girişimi karşısındaki tavrında bir kez daha görüldü. Onlar, işçileri darbecilere karşı direnmek için sokağa çağırmanın sorumsuzluk olacağını iddia ettiler ve darbeye açıkça karşı çıkmak yerine emperyalist merkezlerin “demokrasi ve insan hakları” ile ilgili ikiyüzlü savlarını yinelediler. Pablocular, son olarak, geçtiğimiz Nisan ayındaki anayasa referandumunda NATO/AB yanlısı burjuva “hayır” kampanyasına yedeklendiler. Onlar şimdi, yıllarca kuyruğunda dolandıkları Kürt milliyetçilerinin bir kesimi ile birlikte, baş döndürücü bir hızla ve pek de örtülü olmayan bir biçimde, burjuva ana muhalefet Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP) “sol” maske takmaya çalışıyor ve ona biat etmeye hazırlanıyorlar.

Pablocuların emperyalizmin hizmetine girmede sergilediği hızın ve pervasızlığın başlıca nedenlerinden biri, Türkiye’de Marksist bir geleneğin olmaması ve Troçkizmin birçok ülkede olmadığı kadar baskıya ve sansüre tabi tutulmasıdır.

Troçkizme yönelik bu saldırının ve sansürün başlıca bileşeni, hem güncel hem de tarihsel gerçeklerin burjuva medyası ve üniversiteler tarafından çarpıtılması ya da örtbas edilmesidir ki bu, egemen sınıfın işçiler ve gençlik içinde yükselen toplumsal öfkeyi manipüle edecek sahte solculara olan gereksiniminin bir dışavurumudur.

Türkiye’deki Pablocuların herhangi bir ciddi toplumsal siyasal güç olmadığı ve her zaman dar bir küçük burjuva aydınlar çevresiyle sınırlı kaldığı biliniyor. Buna karşın, azılı bir işçi sınıfı ve komünizm düşmanı olan burjuva medyası, SSCB’nin çöktüğü 1991’den sonra, onları, her fırsatta “Troçkistler” olarak tanıtmıştır.

Bunun nedeni, bütün türevleriyle Pablocuların şu iki işlevi yerine getirmesidir: 1) İşçi sınıfı ve gençlik içindeki muhalefeti her durumda burjuva önderliklere yedeklemek ve Troçkist bir işçi sınıfı partisinin inşasını engellemek; 2) Emperyalizmin hizmetindeki en gerici politikaları “Troçkizm” ambalajı altında pazarlayarak, onun siyasi saygınlığını zedelemek.

Türkiyeli Pablocuların burjuva medyasının da desteğiyle “Troçkizmin temsilcileri” maskesi takabilmesinin ve bunda kısmen başarılı olabilmesinin başlıca nedeni, yukarıda değindiğimiz kapsamlı tarih çarpıtması ya da tarihsel gerçeklerin örtbas edilmesidir. Ancak, sertleşen sınıf mücadeleleri ve öğretiye bağlı Troçkizmin tek temsilcisi olarak DEUK’un bu süreçte sergilediği çarpıcı ideolojik, siyasi ve örgütsel başarılar (ki bunun en önemli bileşenlerinden biri, tarih çarpıtma okuluna karşı teorik mücadeledir), Pablocuların maskelerini büyük ölçüde indirmiş durumda.

Bununla birlikte, Türkiye’deki düşünsel atmosfer, Marksist teori ile devrimci işçi hareketinin ve Marksist hareketin tarihi konusunda kasıtlı olarak yaratılmış bir bilgisizlikle ya da çarpıtmalarla damgalanmaya devam ediyor.

Dördüncü Enternasyonal’in tarihinin son derece önemli bir bölümünü sergileyen Savunduğumuz Miras’ın Türkçe basımının, bu ülkedeki sosyalist hareketin gelişmesi açısından çok önemli bir siyasi işlevi yerine getireceğine inanıyoruz. David North’un elinizdeki kitaba yazdığı önsözde belirttiği gibi:

Savunduğumuz Miras’ın Türkçe çevirisinin yayınlanmasına özel önem kazandıran şey, yalnızca Troçki’nin Türkiye’de sürgünde olması ile Dördüncü Enternasyonal’in tarihi arasındaki bağlantı değildir. Türkiye’nin dünya emperyalist sisteminin jeopolitikasında işgal ettiği son derece önemli konum, bu ülkedeki sınıf mücadelelerinin devasa boyutlar edineceğinin güvencesini vermektedir. Bu yüzden, Troçkist hareketin Türkiye’de inşa edilmesi, Dördüncü Enternasyonal’in asli bir stratejik görevidir. Bu, Türkiye işçi sınıfının ve gençliğinin ileri kesimlerinin, öğretiye bağlı Troçkistler tarafından, Marksizm karşıtı revizyonizmin farklı biçimlerine, özellikle de Michel Pablo’nun (1911-1996) ve Ernest Mandel’in (1923-1995) tasfiyeci anlayışları ile bağlantılı olanlara karşı verilmiş uzun mücadelenin tarihi konusunda eğitilmesini gerektirmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir